Değerli Milletvekili Arkadaşlarım,
Muhterem Misafirler,
Basınımızın Değerli Temsilcileri,
Türkiye Cumhuriyeti devleti, hızla akan tarih sürecinde 2123’e kadar uzanacak yeni bir yüzyıla girmiştir.
Bu yüzyılın adı da Türk ve Türkiye Yüzyılıdır.
Cumhuriyetin kurucu felsefesi, kuruluş ilkeleri, kucaklayıcı temel değerleri önümüzdeki yüzyılda da stratejik güç kaynağımız olacaktır.
Bugün Cumhuriyet’imizin yeni yüzyılının ilk grup toplantısını milli bir heyecan içinde gerçekleştirmenin bahtiyarlığı ve bereketiyle toplanmış bulunuyoruz.
Bu haftaki konuşmama geçmeden evvel müstesna heyetinizi saygılarımla selamlıyor, en iyi dileklerimi paylaşıyorum.
Toplantımızı yurt içinden ve yurt dışından, televizyon ekranları, sosyal medya platformları, radyo kanalları vasıtasıyla takip eden tüm vatandaşlarımıza, gönül ve kültür coğrafyalarımızda varlık mücadelesi veren tüm kardeşlerimize halisane selamlarımı iletiyorum.
Kurtuluş Savaşımızın mümtaz lideri ve Türkiye Cumhuriyeti’nin banisi Gazi Mustafa Kemal Atatürk ile dava, silah ve ülkü arkadaşlarının, Milli Mücadele’de kan ve ter döken bütün kahramanlarımızın kutlu hatıralarını hürmet, minnet, rahmetle yad ediyorum.
Ayrıca tarih boyunca Türklüğü yaşatmak uğruna hayatlarını feda eden elleri öpülesi ecdadımıza; her biri destan destan büyüyen aziz şehitlerimize; milli bekanın, milli istiklalin, milli varlığın yılmaz ve yıkılmaz tüm neferlerine Cenab-ı Allah’tan rahmetler diliyorum.
3 yıl 3 ay 22 gün süren Milli Mücadele’nin nihai sonucu tam bağımsız Türkiye Cumhuriyeti’dir.
29 Ekim 1923 tarihine kolay gelinmemiştir.
Cumhuriyet’in ilan edildiği ilk Meclis binası inşaat halinde bir binaydı.
Yapımına 1915 yılında başlanmıştı.
Pencereleri camsızdı. Çatısında kiremit bulunmuyordu. İç sıvası yapılmamıştı. Elektrik hiç yoktu.
Kahvehanelerden toplanan gaz lambaları tavandan sarkıtılmıştı.
Başkanlık kürsüsünün arkasındaki duvarda çatlak vardı.
Ali Fuat Paşa’nın seccadesi o çatlağa örtülmüştü.
Mekteplerden sıralar getirilmiş, odun sobası kurulmuştu.
O tarihte Ankara’da kiralık ev yoktu. Olsa da para yoktu.
Dönemin mebusları öğretmen okulunda 25 kişilik koğuşlarda yatıp kalkıyorlardı.
Karyolalar yetmediğinden yer yatakları yapılmıştı.
Mebus başına 55’şer kuruş toplanmış ve tabldot sistemi kurulmuştu.
Meclis tutanakları dilekçe kağıtlarının arkasına ve hatta kese kağıtlarına yazılıyordu.
Bu zorlu şartlar altında, kurşun gibi ağır senelerde yedi düvele boyun eğilmedi ve Cumhuriyet doğdu.
29 Ekim 1923 tarihinde Teşkilatı Esasiye Kanununda yapılan bir değişiklikle, Türkiye’nin yönetim şeklinin Cumhuriyet olduğu belirlenmiş, böylelikle cumhurun mutlak egemenliği belgelenmişti.
Aziz Atatürk Nutuk’ta Cumhuriyeti, “Milli hâkimiyet esasına dayanan halk hükümeti” şeklinde tanımlayarak can alıcı bir noktaya temas etmişti.
Müstevlilerin kanlı postalları yurdumuzu baştan ayağa çiğnerken bile Cumhuriyet fikri Mustafa Kemal Paşa’nın vicdanında milli sır gibi taşınıyordu.
Nihayet bu sırrın mahiyetini Nutuk’ta şöyle anlatmıştı:
“Devlet idaresini, cumhuriyetten bahsetmeksizin, milli hakimiyet esasları dairesinde, her an cumhuriyete doğru yürüyen şekilde temerküz ettirmeye çalışıyorduk.”
Adım adım yürütülen bu temin ve temerküz süreci Cumhuriyet’in tecellisiyle sonlanmış ve sonuçlanmıştır.
Milli Mücadele’nin en müessir özelliği askeri, siyasi ve diplomatik hamlelerinden ziyade muazzam bir fikir kudretine dayanmasıdır ki, bu somut gerçek milletimize yeni ve milli bir devlet kazandırmıştır.
Hedefi olmayan, hevesi olmayan, heyecanı olmayan, üstelik bir fikir haysiyetinden feyzini almayan bir mücadelenin başarıya ulaşma şansı yoktur.
Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yüzyılında belirli periyotlarla nükseden ve nevzuhur krizleri yeşerterek ciddi tehlikelere yol açan devlet, sistem ve rejim tartışmaları, bununla bağlantılı siyasi ve ideolojik kamplaşmalar, hepinizin bildiği üzere hızımızı yavaşlatmış, enerjimizi azaltmış, şevkimizi aşındırmıştır.
Fakat ağır sorunlara teslim olmak yerine onlarla başa çıkma dirayeti ve direnci gösteren aziz milletimiz kalıcı mutabakat ve müdahalelerle tarihi istikamet ve iradesinden şaşmamış, ülkesine ve devletine sahip çıkmaktan asla vazgeçmemiştir.
Şu an Türk tarihinin yeni bir eşiğindeyiz.
Yüzyılda bir şahit olacağımız kader ve kavşak noktasındayız.
Cumhuriyet’in ilk yüzyılının bilgi, bilinç ve birikimleriyle, aynı zamanda müteyakkız ve mütekamil yapısıyla Türk milletinin ve Türkiye devletinin önümüzdeki yüzyılda muktedir fermanını dünyaya okumak için azimliyiz, hazırlıklıyız, inanç doluyuz.
Yeni yüzyılın öznesi, cazibe merkezi, ana yörüngesi, kutup başı Türkiye Cumhuriyeti olacaktır.
Zamanda ve mekanda üstünlük Türkiye’ye geçecektir.
Bunu sağlayacak güç cumhurla birlikte onun ruh kökünden doğan Cumhur İttifakı’dır.
Türk ve Türkiye Yüzyılı başlamıştır.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün ifade ettiği gibi; “Türkiye Cumhuriyeti, cihanda işgal ettiği mevkie layık olduğunu eserleriyle ispat edecektir.”
Türk milleti Cumhuriyet’le birleşmiş ve bütünleşmiştir.
Türk milleti Cumhuriyeti özümsemiş ve Cumhuriyet’le özdeşleşmiştir.
29 Ekim 2023 Pazar günü Cumhuriyet’in 100’üncü yıl dönümü kutlamaları şükürler olsun şölen ortamında, muazzam bir coşku havasında yapılmıştır.
İl ve ilçelerimizde düzenlenen fener alayları, toplu gösteri ve yürüyüşler milli birlik ve beraberliğimizin sönmeyecek meşalesi gibi parlamıştır.
Millet, mukadderatıyla ve tarihi müktesebatıyla kucaklaşarak tek nefes olmuştur.
Vatanımızın her yöresi bayraklarla donatılmıştır.
Caddeler, sokak araları, binalar, yollar, köprüler, haneler, deyim yerindeyse maşeri vicdan bayraklarla süslenmiştir.
Merhum Şairimiz Arif Nihat Asya diyor ya;
Ey mavi göklerin beyaz ve kızıl süsü,
Kız kardeşimin gelinliği, şehidimin son örtüsü,
Işık ışık, dalga dalga bayrağım,
Senin destanını okudum, senin destanını yazacağım.
Havada uçan jetlerimiz, karada uygun adımla yürüyen kahraman askerlerimiz, İstanbul Boğazı’ndan sırayla geçen ve gözlerimizi kamaştıran savaş gemilerimiz dosta güven, düşmana da korku salmıştır.
Bu suretle eğilmeyecek başımız, inmeyecek hilalimiz, işgal ve istilalara eyvallah etmeyecek güçlü irademiz dünyaya tebliğ edilmiş, bundan rahatsız olanlara da dimdik duruş sergilenmiştir.
Türkiye Cumhuriyeti’nin 100’üncü yıl dönümü şerefli tarihimizin parlak geleceğe geçiş etabı, hayatı ve hadiseleri Türkçe okuma ve halkın egemenliğiyle kavrama erdemidir.
Aziz Atatürk’ün, Ankara Hipodromu’nda 10’uncu yıl Nutku münasebetiyle yaptığı konuşmasının son cümleleri aynen şöyleydi:
“Asla şüphem yoktur ki, Türklüğün unutulmuş büyük uygar niteliği ve büyük uygar kabiliyeti, bundan sonraki gelişimi ile geleceğin yüksek uygarlık ufkunda yeni bir güneş gibi doğacaktır.
Türk milleti!
Sonsuza akıp giden her on senede, bu büyük millet bayramını daha büyük şereflerle, mutluluklarla, huzur ve rahatlık içinde kutlamanızı gönülden dilerim. Ne Mutlu Türküm Diyene!”
Aziz Türk milletinin ve siz muhterem arkadaşlarımın bir kez daha 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı’nı kutluyorum.
Türkiye Cumhuriyeti’nin 100’üncü yıl dönümünün nice göğüs kabartan yükselişlere, devleşen hamlelere vesile olması dileklerimle tebrik ediyor, mübarek olsun diyorum.
Ebediyen yaşasın Türkiye Cumhuriyeti.
Kıyamete kadar var olsun büyük Türk milleti.
Muhterem Arkadaşlarım,
Türkiye Cumhuriyeti, sözde medeni ülkelerin merhamet ve müsamahası ile kurulmadı.
Bağımsızlığını bir lütuf sonucu elde etmedi.
Dahası hiçbir zaman sömürü çarkına sıkışıp kalmadı.
Türkiye Cumhuriyeti, senaryosunu dönemin küresel güçlerinin yazdığı aciz, esir ve ezik rolü oynamayı reddeden Türk milletinin hakimiyet ve hükümranlık timsali olarak serpilip sivrildi.
İftiharla söylemek gerekirse Türkiye Cumhuriyeti, asil, haysiyetli ve haklı bir savaşın muhteşem bir neticesi olarak tezahür etti.
Vatanın bağımsızlığı ve milletin hürriyeti uğruna ölümü göze almış kahramanların, Türk milletini ayağa kaldırma stratejisinin zafer tacı bilinsin ki Türkiye Cumhuriyeti’dir.
Devletimiz, imha edilmek istenen bir coğrafyada tıpkı Anka Kuşu misali küllerinden doğan Türk milletinin başı dik, onurlu ve bağımsız yaşama azmini, çelikten iradesini temsil eden bir inanç, bir iman ve eşsiz bir kahramanlık abidesidir.
Muazzez varlığını yok etmeyi amaçlayan bütün muhasım saldırıları ve ihanetleri tarih, kültür, irade ve iman kuvvetiyle aşan Türk milleti, Allah’ın izniyle yeni yüzyıla da mührünü vuracaktır.
Kaldı ki gayemiz ve gayretimiz bu hedefin gerçekleşmesine hizmetle mükelleftir.
Bugün devlet ve milletçe karşılaştığımız meselelerin gerçekçi ve tarihi bir analizle çözülmesinin mümkün olabileceğini düşünüyorum.
Bu nedenle Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş yıllarındaki anlayış ve amaçların yeni yüzyılda da kılavuz nokta olacağı kanaatindeyim.
Bugün Cumhuriyetimizin maruz kaldığı tehditleri daha iyi değerlendirebilmenin yolu, kurtuluş yıllarında verilen mücadele ile devletimizin temellerinin atıldığı dönemleri ayrıntılarıyla bilmekten geçmektedir.
İç ve dış işgal cephesinin tahrik, taciz, tahrip ve tertibiyle korkunç tehlikelere muhatap kalan milletimiz kendi geleceğini belirleme imkânını Cumhuriyet’imizin ilanı ile bulmuştur.
Türk milletinin eseri olan bu olağanüstü sonuç, daha sonraki dönemlerde bağımsızlık heyecanı duyan mazlum milletlere de esin kaynağı olmuş, örnek ve öncü bir nitelik taşımıştır.
Türkiye Cumhuriyeti devleti; kuruluş temelini, egemenlik hak ve sınırlarını, bin yıla yaklaşan bir tarih tecrübesi ve milli değerler üzerinde inşa etmiştir.
Cumhuriyet, bu açıdan sadece bir yönetim değişikliği veya yeni rejim ihdası değil köklü ve derinlikli bir sosyo-kültürel gelişimin ve milletleşme sürecinin geçmişle bütünlük içindeki yeni bir aşamasıdır.
Tanzimat’la birlikte reayadan ahaliye doğru başlayan sosyo-politik dönüşüm süreci, Meşrutiyet’le ahaliden halka yönelmiş; eşit ve hür bireyleri temsil eden vatandaşlık anlayışına da Cumhuriyetle kavuşmuştur.
Cumhuriyet, vatandaşlarımız arasında, eşitliği ve katılımı sağlarken, demokrasiye yönetim açısından işlev, sosyolojik olarak beşeri bir taban kazandırmıştır.
Bu durum aynı şekilde milliyetçi siyasetin de hareket ve çıkış noktalarından birisini teşkil etmiştir.
Bilindiği üzere demokrasi toplum içinde değişik düşünce ve fikirlerin serbestçe temsil edilmesi ve kişilerin bunlardan dilediklerine taraf olması esasına dayanmaktadır.
Bu çerçevede demokrasinin en iyi uygulanabileceği sistemin de cumhuriyet olduğu aşikardır.
Cumhuriyet; demokrasiyi geliştiren en iyi yönetim biçimi, kişi hak ve hürriyetlerini güvence altına alan en iyi sistemdir.
Türkiye Cumhuriyeti yüksek demokrasi standartlarına aşama aşama ulaşmaktadır.
Bunun hilafına kurnazca inkarcılığa sapanlar bizim nazarımızda demokrasiyi demagojiyle hırpalayan sorumsuz ve sağduyu yoksunu siyasi müflislerdir.
Cumhuriyet’in 100’üncü yıl dönümünde, bilhassa muhalefet cenahından aynı anda, benzer cümlelerle, zannedersiniz ağız birliği etmişçesine demokrasi sorgulaması işitilmiştir.
Demokrasiden bihaber siyasi çıkarcılar söz oyunlarıyla, dolaylı ifadelerle esasen Cumhuriyete yönelik potansiyel hazımsızlıklarını, bir kor halinde kafalarının içinde yer etmiş tahammülsüzlüklerini eşzamanlı seslendirmişlerdir.
Eğer bu zevata hasbelkader kulak verirseniz alayından buram buram sahte Cumhuriyet sevgisi duyulacaktır.
Ancak yalın ve çarpıcı gerçek bu değildir.
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu hafta sonu yaptığı bir konuşmasında gene çürük tahtaya çivi çakmanın gayretkeşliğine sürüklenerek demiş ki: “görevimiz Cumhuriyeti, demokrasiyle taçlandırmaktır.”
İddiasını ispat edecek bir siyaset ve hayat gerçeğinden bahsetmek mümkün değildir.
Çelişkiler içinde bocaladığından yanlışı savunacak gerekçe imalinde mola vermeden ilerlemektedir.
Cumhuriyet, demokrasi olmadan nasıl yaşayacak, nasıl ayakta duracaktır? Kılıçdaroğlu söylesin de öğrenelim.
Halk egemenliğine dayanan Cumhuriyet’in demokrasiden mahrumiyeti hangi akla ve mantığa sığabilecek bir ifade sefaletidir?
Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün, “Cumhuriyet rejimi demek, demokrasi sistemi ile devlet şekli demektir.” sözünü haydi okumasını geçtikte, tesadüfen de olsa Kılıçdaroğlu hiç duymadı mı?
CHP Genel Başkanı’nın Cumhuriyeti fikir bazında idrakten mahrum olması üzeri örtülemez bir ayıp, arkaik bir açmazdır.
Cumhuriyeti kurduklarını söyleyen Kılıçdaroğlu’nun tahsis ve tadil edilmesi zaruri olan bir yanlışı vardır.
Çünkü Cumhuriyeti yıkmak maksadıyla tecessüm eden zillet kervanına girenlerin kurucu onurdan, kuruluş şerefinden, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün muhteşem emanetlerinden en küçük ilham, ders ve ibret almadıkları saklanamaz boyutlardadır.
Bu kapsamda Atatürk, adeta Kılıçdaroğlu gibilerine mesaj vererek Nutuk’ta şunları söylemişti:
“Gelecek nesillerin, Türkiye'de cumhuriyetin ilanı günü, ona en merhametsiz bir surette hücum edenlerin başında, cumhuriyetçiyim iddiasında bulunanların yer aldığını görerek hayrette kalacağını asla unutmayınız.”
İYİ Parti Başkanı da ülkemizin demokrasi krizinde olduğunu söylemiş.
Elbette bu söylemiyle halt etmiş, çam devirmiş, hezeyana gömülmüş, siyaset ve fikir yoksulu olduğunu tekraren gözler önüne sermiştir.
Kriz demokraside değil, Türkiye’ye karşı muhalefet mevziisinde buluşan kimlik kaybına uğramış partilerdedir.
Demokrasi cahillerinin denetimsiz ve dengesiz beyanları ciddiyetsiz ve cibilliyetsiz bir içeriktedir.
Partisinin büyük kongresinde arkadaşlarına kahrolun diye çıkışan İYİ Parti Başkanı’nın, bu defa da Müslüman ve Arap ülkelerine aynı üslupla yaklaşması utanç verici bir skandaldır.
Geçen hafta bize yönelik, canını cebine koyar Gazze’ye gidersin, sözlerine de şaşırmamak elimizde değildir.
Bizde para gibi, cüzdan gibi, çek karnesi gibi cebe koyulacak can değil, gerektiği taktirde feda edilecek can vardır; bu can da Türk milletine ve Türkiye Cumhuriyeti’ne bin defa helaldir.
Şaibeli paraları cebe indirenlerin canı da cebe koyma önerisi yakayı ele veren kötü alışkanlıkların bir nevi itirafıdır ve sahibini de rezil etmeye yeterlidir.
Asıl manasından koparılmış demokrasiyle ilgili CHP ve İYİ Parti konuşur da bunların yoldaşı ve siyasi kader ortağı HEDEP susar mı?
Susmaz, nitekim susmamıştır.
HEDEP eş başkanları, “Cumhuriyeti demokratikleştirmek tarihsel görevimizdir.” diyerek başta sözde Kürt sorunu olmak üzere yine sözde halklar ve inançlar sorununun demokratik Cumhuriyetle çözüleceğini yüzsüzce dile getirmişlerdir.
Demokratik cumhuriyet, İmralı canisinin tezi ve teklifidir.
Cumhuriyet demokrasiyle iç içedir.
Bölmek, yıkmak, parçalamak, ayırmak, yok etmek istiyoruz diyemiyorlar da, demokratik cumhuriyetten bahsediyorlar.
Yani laf cambazlığı yapıyorlar.
Milletimizin bilgeliğini ve ferasetini hafife alıyorlar.
Az söyleyip çok anlaşılmasını bekliyorlar.
Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yüzyılında bölücülük ve terör sorunundan çok çektik, bu kanlı ve hain emperyalist kurgunun badirelerine defalarca katlandık.
Artık yeni yüzyıl, bölücülüğün kökünü kurutma yüzyılıdır.
Terörü hayatımızdan söküp çıkarmanın vakti gelmiştir.
Terörle mücadele, devletin meşru güçlerinin bütün imkânlarıyla etkili ve amansız bir biçimde yürütülecektir, başarı ise kesinlikle alınacaktır.
Bu mücadelede, bölge halkı ile teröristler arasında gerekli ayrım yapılacak ve Kürt kökenli kardeşlerimiz PKK’nın baskı ve terörüne karşı muhakkak korunacaktır.
Bunun yanı sıra, yaşanan ekonomik ve sosyal sıkıntılara köklü ve kalıcı çözümler getirilmesi için çok geniş kapsamlı ekonomik ve sosyal kalkınma projeleri devamlı planlanıp hayata geçirilecektir.
Bölgede devlet otoritesi mutlak şekilde tesis edilecek, kamu hizmeti makamını etnik tahrikler için kullanan yerel yöneticiler her zaman olduğu gibi karşılarında yine devleti ve kanunları bulacaktır.
Terörün dış kaynakları ile mücadelede, sınır ötesi askeri harekat dahil gereken tüm siyasi ve askeri tedbirler tereddütsüz alınmak durumundadır.
Bu mücadele devletin kendi imkânlarıyla yapılacak ve Türkiye’nin güvenliği üçüncü tarafların iznine ve inisiyatifine bırakılmayacaktır.
Terör çıkmazına saplanarak Türkiye’ye ihanet eden her kademedeki PKK’lı teröristler için yegâne çıkış yolu bellidir ve üç madde altında şunlardan ibarettir:
1- Terör eylemlerine önşartsız ve derhal son vermek,
2- Silahlarıyla dağdan inip Türkiye Cumhuriyeti devletine teslim olmak,
3- Türk adaletinin vereceği hükme razı olarak cezalarını çekmektir.
Şayet bölücü terör örgütü bunlara riayet etmezse tepelerine bomba, göğüslerine mermi yağacak, her yer ve zeminde meşru hedef olmaktan kurtulamayacaktır.
Türkiye Büyük Millet Meclisi, bölücülüğün ve terörsevicilerin meydan okuma yeri, propaganda mecrası değildir.
Menfur ve menhus emel sahiplerini uyarıyorum, Türkiye Cumhuriyeti’nin sınırları ve coğrafi bütünlüğü içinde Kürdistan diye bir yer yoktur.
Var diyen alçakların doğrudan karşılarında bulacağı kudret büyük Türk milletidir ve onun sevdalısı olan Milliyetçi Hareket Partisi’dir.
Geçtiğimiz hafta Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde haince konuşma yapan tescilli bir bölücüye hak ettiği cevabı yüreklice veren Meclis Başkan Vekilimiz ve İstanbul Milletvekilimiz Sayın Celal Adan’ın isabetli sözleri aynısıyla bizim de sözümüzdür.
Sayın Adan sahipsiz değildir, yalnız değildir; saldırılar, istifa çağrıları ve hakaretler ayaklarımızın altındadır ve hükümsüzdür.
Milliyetçi Hareket Partisi’nin her mensubu doğruya doğru, yanlışa yanlış diyecek cesaret ve ahlaki tutarlılıktadır.
Hiç kimse, hele hele Türkiye husumetini siyaset malzemesi yapan Türk ve Kürt düşmanlığından nemalanan azgın güruh bize usul ve üslup dersi veremez.
Bizim için, vatan toprakları üzerinde bin yıla yaklaşan tarih yolculuğunu birlikte yapan bütün Türk vatandaşları, Türk milletinin eşit ve onurlu evlatlarıdır.
Ortak bir geçmişi ve kaderi paylaşan, ortak bir gelecek idealine inanan, ortak bir kültürü yaşayan bütün Türk vatandaşları, etnik köken, dil ve din gibi farklılıklarına bakılmaksızın Türk milleti kimliğinde birleşmişlerdir.
Türkiye Cumhuriyeti devletinin kurucu kimliği olan Türk milli kimliğini bu ortak irade oluşturmuştur.
Türk milletine vücut veren de bu ortak iradedir.
Bu sarsılmaz milli bağ, Türkiye Cumhuriyeti devletinin temel harcıdır.
Devletin milli varlığının temeli olan bu milli şuur ve milli birlik anlayışı, Türk milletine ortaklaşa vücut veren Türk vatandaşlarının etnik kökenlerinin inkârı anlamına da gelmeyecektir.
Bu tarihi, siyasi ve hukuki gerçekler karşısında, Türkiye’de farklı bir kimlik arayışına tevessül edilmesi, alt-üst kimlik tartışmasının yapılması, sözde Kürt sorunundan ve hatta Kürdistan’dan bahis açılması felakettir ve failler aleyhine sonu hüsrandır.
Türkiye, sadece bir coğrafi bölgenin ve toprak parçasının adı değildir.
Bir Türkiye Cumhuriyeti varsa, bir Türk milleti de vardır ve ortadadır.
Türkiye Cumhuriyeti devleti tektir, ülkesi ve milleti birdir.
Milli birlik ve bölünmez bütünlüğümüzün dayandığı temeller tek devlet, tek millet, tek bayrak ve tek vatan ülküsüdür.
Cumhuriyet’in kuruluş ilkelerini ve yapısını demokrasi maskesiyle tartışmaya açmak, etnik köken farklılıklarına dayanarak bunları yıkmaya çalışmak, devletin varlığına kastetmekle eş değerdir.
Bunun adı da neresinden bakarsanız bakınız vatana ihanettir.
Türkiye Cumhuriyeti’nin sahibi Türk milletidir.
Anadolu Türklüğü’nün son bağımsız devleti olan Türkiye Cumhuriyeti, ebedi vatanında milli varlığını ve birliğini koruyarak; adı, kuruluş ahlakı ve milli kimliği değişmeden sonsuza kadar yaşayacak ve yaşatılacaktır.
Türk milliyetçiliği fikriyatı bu kültürel, siyasi ve hukuki esaslara dayanmaktadır.
Türkiye Cumhuriyeti devletinin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü anlayışımızın temelleri de bunlardır.
Kan bağına ve soya dayalı ırkçı milliyetçilik anlayışının her şekli, Türk milliyetçiliği anlayışına yabancı ve aykırıdır.
Bunu arayanlar Avrupa’ya bakmalıdır.
Türk milliyetçiliği, Türk devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkesi Türk sayan, her türlü ayrımcılığı ve dışlamayı reddeden birleştirici, toparlayıcı ve bütünleştirici bir fikriyattır.
Milliyetçi Hareket Partisi ve Cumhur İttifakı, Türk vatanının ve Türk milletinin huzuruna, kardeşliğine, birliğine sahip çıkmaya ve Türkiye’nin bir kardeş kavgasına sürüklenmesini önlemeye sonuna kadar yeminlidir.
Biz, Türkiye’nin milli birliğini korumak için tarafız ve eğer bunun için ödenecek bir bedel olursa buna da gönül huzuru içinde hazırız.
Türkiye’nin içinden geçmekte olduğu bugünkü hassas dönemde sergilediğimiz ilkeli tutum, yüksek sorumluluk ve sağduyulu anlayış, Milliyetçi Hareket Partisi’nin siyasi duruşunun özü ve özetidir.
Türkiye Cumhuriyeti’ni; milli devlet niteliğini kaybetmiş, üniter yapısı sulandırılmış, bin yıllık ortak değerlerinin içi boşaltılarak milli birliği sarsılmış, farklılıklar üzerine bina edilen, çok milletli ve parçalı bir etnik kimlikler cumhuriyeti olarak yeniden biçimlendirmeye hiç kimsenin gücü yetemez, yetmeyecektir.
Türk milletinin toplumsal dokusunu hedef alarak; kökünden, kültüründen ve tarihinden kopmuş, geçmişinden utanan, kişiliksiz ve bilinçsiz, tepkisiz, ürkek ve itaat eden bir toplum haline getirilmesi, daha açık bir ifadeyle, sinmiş ve silik bir topluluğa dönüştürülmesi imkansızdır.
İmkânsıza izansızlıkla heves edenler iman ve iradeyle durdurulup devrileceklerdir.
Tarihin en zor dönemlerinde nice fırtınalarla baş eden büyük milletimizin; muhatap olacağı badireleri de atlatarak, ülkemizin üzerine adeta bir kabus gibi çöken kara bulutları dağıtacağından, yeni yüzyılda şaha kalkacağından asla şüphemiz yoktur.
Tarihimiz; Türk milletinin, “Tehlikeyi tam olarak kavradığında nasıl kenetlendiğinin ve her türlü tehdidi nasıl bertaraf ettiğinin” sayısız örnekleriyle doludur.
Milliyetçi Hareket Partisi, büyük ve güçlü Türkiye ülküsünün, karşılığı olmayan sonsuz bir vatan ve millet sevgisinin adıdır.
Partimizin şerefli mücadele tarihi, bu uğurda çekilmiş çilelerin, ödenmiş bedellerin ve ateşle imtihanların bir hikâyesidir.
Geldiğimiz bu aşamada şafak sökmekte, gün ağarmaktadır.
Türk ve Türkiye Yüzyılının muteber ve muzaffer günleri ufukta görünmektedir.
Türkiye’nin tıpkı 1923 ruhunda anlamını bulduğu gibi; sorunlara başka başkentlerin çekim alanından değil, başkent Ankara’dan bakan, onurlu duruş gösteren, ilkeli, kararlı ve cesur bir yönetime ve yönetim anlayışına kavuşmasıyla yeni bir Türk asrı tezahür edecektir.
Biz buna hazırız, ayağımıza pranga vurmak isteyenlere müsaade etmeyeceğiz.
Bölücü, yıkıcı, taklitçi, teslimiyetçi ve neoliberal tehditleri aşa aşa yolumuzda ilerleyeceğiz.
Mutlaka başaracağız, mutlaka yapacağız.
Cumhuriyetimizi, kuruluş felsefesine hakim olan bağımsız, güçlü ve demokrasi ile gelecek hedefleriyle buluşturmak Milliyetçi Hareket Partisi’nin ve Cumhur İttifakı’nın sorumluluğudur ve bihakkın sorumluluktan da kaçmayacağız.
Değerli Milletvekilleri,
İsrail’in soykırıma dayanan saldırılarının 25’inci günündeyiz.
Gazze’de alenen insanlık suçu işlenmesine günbegün tanık oluyoruz.
Şu gerçek açıktır ki, İsrail savaş suçlusudur, küresel adalet bir gün hükmünü kesinlikle verecektir.
Bugüne kadar 3 bin 457’si çocuk olmak üzere 8 bin 306 Filistinli hayatını kaybetmiştir.
Kesintisiz ve hunhar saldırılarda can veren Filistinli kardeşlerimize Cenab-ı Allah’tan rahmetler niyaz ediyor, yaralılara şifalar diliyorum.
Geçtiğimiz cumartesi günü İstanbul Havalimanı’nda toplanan yaklaşık 1,5 milyona varan muhteşem kalabalık İsrail saldırılarını lanetlemiş, dünyaya insanlık ve adalet çağrısı yapmıştır.
Sayın Cumhurbaşkanımızın etkili konuşması milli hissiyata tercüman olmuştur.
Sayın Cumhurbaşkanımızın tarihi mesajları Türk milletinin mesajıdır.
Türkiye zulmün karşısında, mazlumun yanındadır.
İsrail Başbakanı dinler ve medeniyetler arası cepheleşmeyi kanlı bir mücadeleye dönüştürmek için her türlü provokasyondan medet ummaktadır.
Netenyahu ve kirli ittifak ortakları ateşle oynamaktadır.
Türk milleti Gazze’deki dehşet saçan katliamlara elbette sessiz kalmayacaktır.
Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda 120 ülke İsrail saldırılarına karşı çıkmış ve ateşkes ilanına destek vermiştir.
Bu memnuniyet verici bir gelişmedir.
Kalıcı barış ve ateşkes rejimi kaçınılmaz ve tehir edilmez bir hedef olmalıdır.
Nasıl ki, İsrail vatandaşı sivillere saldırılar yanlış ise Gazze’li masum halka saldırılar da o kadar yanlış ve kabul edilemezdir.
28 Ekim’de İstanbul’da düzenlenen Büyük Filistin Mitinginin, Cumhuriyet kutlamalarını örtbas etmek için planlandığını iddia etmek soysuz, merhametsiz, vicdansız bir yalan ve iftiradır.
Bu yalan ve iftiraya sarılanların resepsiyonlarda servis edilen çerezlerle Cumhuriyet’i kutlama merakı bir bakıma Cumhuriyeti çerez yerine koymak, istismara yeltenmek, basite indirgemek değil midir?
Gazi Mustafa Kemal Atatürk CHP’nin kurucusu ve ilk genel başkanıdır.
Aynı zamanda ilk Cumhurbaşkanımızdır.
Bunun yanında CHP’nin yüz yıllık bir tarihi olduğu da bilinen bir husustur.
Cumhuriyet Halk Partisi yöneticileri 29 Ekim resepsiyonunu akıllarına getirdikleri kadar, 5 Kasım’da planladıkları büyük kongrelerini Cumhuriyet’in 100’üncü yılında yapmaktan niye kaçtılar?
Madem bu partinin yaşı Cumhuriyet’in yaşıyla aynıdır, neden aynı gün ve tarihte kongrelerini toplamaktan imtina edecek ürkekliği gösterdiler?
Filistin’le tarihi, kültürel ve inanç bağlarımızı hiçe sayanların masumların hakkını savunmaktan kaçınmak için kimi bahanelere sığınması insafsızlıktır.
Ne var ki bu insafsız azınlığın millet nezdinde itibarı zaten yoktur.
Cumhuriyet’in 100’üncü yıl dönümü ne unutmak ne de unutturmak mümkündür.
Kaldı ki 29 Ekim 2023 tarihinde yaşanan görkemli ve coşkulu kutlama sahneleri bu görüşümüzü teyit etmektedir.
Birinci Dünya Savaşı’nda 950 bin vatan evladı şehit olmuştu.
Bir milyon vatan evladı yaralanmış, 360 bin vatan evladı da esir düşmüştü.
İngilizlerin elinde 135 bin Türk esiri vardı.
Esir Türkler Bağdat’taki kamplarda toplanarak trenlerle veya gemilerle Hindistan’a ve ta Myanmar’a gönderiyorlardı.
Ne üzücü bir tarih gerçeğidir ki, Sibirya’da, Kuzey Buz Denizi’nde, Mançurya’da Türk esir kampları vardı.
Dünyanın dört bir yanında da Türk esirlerinin dramları gök kubbeyi çınlatmıştı.
Milliyetçi-Ülkücü Hareket, esir Türkler davasını yıllarca boşuna savunmamış, boş yere sahip çıkmamıştır.
Birinci Dünya Savaşı’nda Sina-Filistin Cephesi’nde İngilizlere esir düşerek Myanmar’a götürülen askerlerimiz beş yıl boyunca orada kalmışlardı.
Filistin cephesinde Türk milleti kan döktü, can verdi, esir düştü.
Türk esirlerin çoğu, ağır çalışma şartları, alışık olmadıkları tropik iklim ve salgın hastalıklar nedeniyle şehit oldu.
Myanmar’da beş bine yakın şehit mezarımızın varlığı hepimizin yüreğini titreten bir hakikattir.
Dünya genelinde 34 ülkede 80’e yakın Türk şehitliği vardır ve hepsi milli namusa emanettir.
Biz Filistin’e bakınca çekilen ızdırapları hatırlıyoruz.
Biz Filistin’e bakınca milletin gözyaşlarını görüyoruz.
Tarihimizin vuran nabzı eğer dinlemesini bilirsek Filistin’de de atmaktadır.
İsrail’in şiddet ve vahşet temelli operasyonları durmazsa Gazze yutulacaktır.
Vaat edilmiş toprakların hedefinde Türk vatanı da vardır.
Bu kapsamda Filistin’in güvenliği Türkiye’nin güvenliğidir.
Biz güvenlik haklarımızdan, din kardeşlerimizin inanç ve insan haklarından taviz veremeyiz, vermeyeceğiz.
Sözlerime son vermeden önce, her ihtimalin hesaba katılarak tetikte ve teyakkuzda olmamız gerektiğini tekrar ifade ediyor, hepinizi saygılarımla selamlıyorum.
Unutulmasın ki, Mescid-i Aksa’yı çok özledik, zalimlere karşı da öfkeyle ayaktayız.
Sağ olun, var olun, Cenab-ı Allah’a emanet olun diyorum.